Harran Ovası'nın kurumuş topraklarına Fırat'ın serin suları geleli ne kadar oldu?
1994'te ilk su aynı tünellerden az miktarda bırakıldı. Baypass dedikleri bu sistem, kanal ve kanaletlerin tamamlanmasının ardından bugünkü şekilde hizmete girdi. Aradan geçen 25 yılda toprağı suya kavuşan çiftçiler, uzunca bir bocalama döneminden sonra iyi para kazanmaya başladı. İlk yıllar endüstriyel pamuk, mısır gibi ürünleri yetiştirme hakkında bilgileri olmadığı için büyük sıkıntılar çekildi. Bir kere hayatında içmek için bile suyu zor bulan köylü vatandaşın önüne dünyanın en büyük su kaynağı akıtılmış o da ne kadar çok su o kadar bol ürün düşüncesiyle tarlaları bataklığa çevirmişti. Uzun yıllar vahşi sulama ile başlayan bu problemin ortadan kaldırılması için mücadele edildi. Tahliye ve drenaj kanalları inşa edildi, üreticilere suyun zararları yıllarca anlatıldı. Sorun büyük oranda çözülmüş olsa da bugün yine Harran ve Akçakale Ovalarında bataklığa dönmüş tarlalara rastlamak mümkün, bunun yanında kırık kanaletlerden tarlalara boşalan sular nedeniyle toprak kaybı devam ediyor.
Su ile gelen sorunla birlikte çiftçinin en büyük sorunlarından biri de üretim maliyetleri. Tarlayı ekime hazırlamaktan başlayan, tohum alımı, dikimi, sulaması, gübrelemesi, defalarca ilaçlanması, hasadı ve satışına kadar zor işlerle uğraşan üreticiler bu yıl kara kara düşünmeye başlamış. Yüksek üretim maliyetlerinin üzerine taban fiyatın 3-3,5 lira olacağı söylentisi de işin tadını iyice kaçırmış. Destekleme ödemeleri olmasa kimse bir tohum bile yetiştiremeyecek duruma gelmiş.
Önceki gün bir araya gelip çay sohbetinde yaşadıkları sıkıntıları konuştuğumuz pamuk üreticileri ha bire sıkıntılarını anlattılar. Gün içinde onlarcası ile bir araya geldik. Bulunduğumuz mekana gelenlerin hepsi lüks araçlarla teşrif ettiler. Giyim kuşamları kaliteli markalardan seçilmiş, traşlı, bakımlı, güneşte gözlerini kısmak yerine kaliteli güneş gözlükleri takan, son derece güzel konuşan ve kendilerini izah eden beyefendilerdi. Kimisi yeni traktörünü kaç liraya aldığını, kimisi evini kaç odalı yaptığını, kimisi oğlunu evlendirirken ne kadar masraf yaptığını anlattı. Gerçekten de hepsi çok beyefendi insanlar, tarlalarının yanı başında olmasak da şehir içinde çalışma hayatında da muhabbetimiz olan dostlarımız. Sohbet arası biri oturduğumuz yerin sundurmasına bakıp, yer sahibine bu sundurmanın aynısını yaptırmak istediğini, kime ve kaç liraya yaptırabileceğini sordu. Yeni yaptığı evinin üst katına 5 metre eninde 20 metre uzunluğunda bir balkon yaptırmış, buranın üzerini sundurma ile kapatmak istiyormuş. Bu balkon için 25 bin lira harcamış daha da masraf istiyormuş.
İşte meselemizin özü bu.
Seni ayakta tutacak olan işine, üretimine yönelik önlemleri almaz, üretim tekniklerini geliştirecek hiçbir şey yapmadan her türlü tedbiri paranla almaya kalkacağını düşünürsen, bir gün üretim yapamaz hale geleceğin kesin.Biri gelir sana tohum pazarlar, biri hangi ilacı, hangi gübreyi önerirse alır tarlana atarsın. Sonunda baktın olmuyor, tarlanı satıp kurtulursun.
Seni bu hale getirmek isteyenlerin asıl amacı da bundan başkası değil zaten.
Üreticilerimiz, toprak sahipleri mutlaka parayla gelen egolarını bir yana bırakıp, az çok demeden tüm üreticilerle bir araya gelip, bilim adamlarını da yanlarına katarak bir şeyler yapmak zorundalar.
Aksi takdirde kaybedeceklerimizin telafisi yok.