Türkiye'nin son yıllarda en çok sıkıntı yaşadığı alanların başında tarım ve hayvancılık geliyor. Oysaki Anadolu, tarih boyunca sırf coğrafi konumu ve verimli topraklarından dolayı defalarca farklı imparatorluklara ve milletlere ev sahipliği yapmıştır.
Bir zamanlar, tarım ve hayvancılık sektörünün önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye, maalesef son yıllarda hem tarımda hem de hayvancılıkta ciddi bir şekilde duraklama ve gerileme dönemine girmiştir.
Yani eskisi kadar üretmiyoruz. Buğday, mısır, mercimek, pamuk; büyükbaş ve küçükbaş hayvan gibi en temel ihtiyaçların karşılanmasında bile ithalatçı ülke olduk, dışarıya bağımlı hale geldik.
İsrail ve Hollanda gibi küçük ülkelerden tohum alıyoruz. Küçük Balkan ülkelerinden canlı hayvan ithalatı yapıyoruz.
Mezopotamya gibi bir coğrafyanın verimli arazilerindeki Şanlıurfa'da dahi tarım istenilen düzeyde değil.
Sözde GAP'ın başkentiyiz. Atatürk Barajı'yla birlikte kurak arazilerde sulama ile daha fazla ürün ve çeşitlilik artacak, bölge çiftçisinin ekonomik refah seviyesi yükseldikçe bununla birlikte eğitim, sağlık ve mutluluk oranında da artış bekleniyordu. Belki ilk zamanlarda biraz o yönde bir olumlu hareketlilik yaşandı ama son yıllarda yanlış tarımsal ve hayvansal kaynaklı projeler ve politikalar, maalesef Şanlıurfa çiftçisini çok etkilemiştir.
Tüm Türkiye'deki diğer çiftçileri etkilediği gibi. Tabi bunda sadece hükümetlerin yanlış politikalarının etkili olduğunu söylemek de doğru değildir. Bilinçsiz ve bilgisiz çiftçinin de bunda olumsuz yönde etkileri vardır.
Özellikle tarımda sulamaya geçen Harran, Akçakale, Bozova, Eyyübiye ve Suruç'ta bilinçsizce ve aşırı sulama nedeniyle birçok tarla suya doymuş, tuzluluk oranı artmış, haliyle tarlalar artık ya çoraklaşıyor ya da gölet halini alıyor. Bunun yansıra, özellikle Şanlıurfa'da yetişen tarımsal ürünlerimizi de tam olarak sahiplenme konusunda da maalesef sınıfta kaldık. Hala da markalaşma yolunda gerekli adımları atamadık.
Yanı başımızdaki komşumuz Gaziantep, Türkiye'de en çok da Şanlıurfa'da yetişmesine rağmen, kendi adıyla markalaştırıp, Antep Fıstığı adı altında Türkiye'nin her yerine ve hatta dünyaya ihraç ediyor. isotu Maraş sahiplenmeye çalışıyor.
Karpuzuyla meşhur komşumuz Diyarbakır karpuzundan geri kalır yanı olmayan ve hatta bana göre daha lezzetli olan Yaylak karpuzunu markalaştıramadık.
Türkiye'nin mercimek ambarıyız ama maalesef yine markalaşma yolunda gerekli adımları atamadık. Tıpkı Karacadağ pirinçlerimiz gibi. Bu saydıklarım ilimizde yetişen ürünlerden birkaç tanesidir. Bizim en önemli eksiğimiz tarıma dayalı sanayimizin yeteri derecede gelişmemiş olmasıdır. Bize ait olan birçok ürünün patentini almışız. Ancak markalaşma, reklam ve pazarlama stratejilerini yapma konusunda sınıfta kalıyoruz.
Şehri yönetenlerin önderliğinde STK temsilcileri, iş insanları ve vatandaşların da destekleriyle Şanlıurfa'mızın önemli değerlerini sahiplenmeliyiz. Markalaşma ve pazarlama konusunda gerekli olan adımları ivedi olarak atmalıyız. Tabii bunları yaparken, çiftçiye gerekli olan teknik bilgilerin yansıra mazot, destekleme ve benzeri konularda hükümet de üzerine düşeni fazlasıyla yapmalıdır.
Milli tohumları kullanmalıyız. Çiftçilerin ektiği ürünlerden ve yetiştirdiği hayvanlardan para kazanması lazım. Gelecek kaygısı olmaması lazım. Şehirlere göçün önlenmesi ve köye dönüş yapılmasına yönelik politikaların geliştirilmesi gerek. Son olarak özellikle bölgemizdeki elektrik firmasının çiftçiyi mağdur etmemesi gerekli. Olur olmaz enerji kesintilerine ve destekleme paralarına konan tedbirlere çareler bulunması gerekiyor.