Günaydın ey paslı camı kırık, beni gök kubbeyle birleştiren ve beni semayla yüzleştiren demir parmaklıklı pencerem.
Nedendir içimde bugün hem kurtuluşumun sevinci, senden ayrılışımın da hüznü var, biliyorum giden geri gelmeyecek, yalan olan hayal olan bir an belirecek.
Kim bilir ben gidince, yerime başkası gelecek, oda bakacak sana, aslında sana değil o bakışlar, o bakışlar güneşe aya olacak.
Yattığım o paslı yatağım, içtiğim demir kulp bardağım, insanlardan çok sizi daha çok özleyeceğim, lakin şu an artık sözün bittiği yerdeyim.
Paslı rutubetli, odam benim ne anılar biriktirdim senle ne hüzünler belirdi duvarlarında, demir kapım ha açıldı açılacak, gelecek ansızın gardiyan….
Seslenecek bana o huysuz, o soğuk sesiyle: hadi hazırlan gidiyorsun, sana çizilen yolda yürüyorsun.
Neydi benim günahım neydi, anlık bir cinnet ya da anlık bir kör heves, beni düşürdü, soğuk nemli bir odaya.
O oda ki kopardı beni hayattan, hapse düşmek, mezara düşmekmiş anladım, anladım lakin çok geçti, ömrümden hayatımdan sular geçti, kurudu iliklerim, kurudu benliğim, artık bitti hayatım bitti ömrüm.
Heyhat son pişmanlıklarımla gidiyorum ne merhamet eder bana cellat ne de ben artık umut dilenir oldum.
Vesselam.