Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz!
Geçenlerde üniversite son sınıfta okuyan bir kardeşimiz, beni sora sora buldu ve yanıma geldi. Ürkekti, bir arayış içindeydi. “Ben ne yapacağım?” derdinin ağırlığı vardı üzerinde. Oturduk, birlikte çay içip sohbet ettik. Daha çok o konuştu, ben sadece dinledim. Ara sıra endişelerini yatıştırmaya çalışsam da genç kardeşimiz, derdine dertlenecek ve sadece dinleyecek birini arıyormuş gibiydi. Hiç susmadan, adeta her şeyden, her durumdan yakındı. Bu yüzden araya fazla girmedim.
Sohbetimiz biterken ona sadece şu cümleyi söyledim:
“Üniversite size harfleri öğretir, okuma yazmayı siz çözeceksiniz.”
Veda ederken bir yazı yazacağımı ve mutlaka okumasını söyledim.
Siz de muhtemelen genç kardeşimizle aramızda geçen sohbeti tahmin etmişsinizdir. Sudan çıkmış bir balık gibi, iki ay sonra mezun olursa ne yapacağını, nerede iş bulacağını, iş ilanlarında tecrübe istendiğini, henüz mezun bile olamamışken tecrübesizliğinin yanında parasızlığının da onu çaresiz bıraktığını, imkânsızlıklar denizinin ortasında kürek çektiğini anlattı.
Ben bunları dinlediğimde bu yazıyı yazmam gerektiğini o anda anladım. Birazdan başlayacağım yazı, senin ve senin gibi üniversiteyi bitirmek üzere olan kardeşlerimizin yüreğine bir terapi gibi olsun. Belki derdinize derman olamaz ama inanın, içiniz bir nebze olsun rahatlayacaktır.
Evet, üniversite harfleri gösterir. Okuma yazmayı siz çözeceksiniz.
Hayatı okuyacaksınız. Hayatı yazacaksınız.
Hayat okumalarınızda her şey satır aralarında gizli olacak.
Onları bir cımbızla çekip kendinize şiar edineceksiniz.
İnsanları tanıyacaksınız.
En dipten, bir vatoz balığı gibi en aşağıdan başlayacaksınız okumaya.
Bir savaşınız olacak, bir davanız.
O savaş ve dava sizin hayatınızın dinamikleri olacak.
O dinamikler sayesinde ayakta duracaksınız.
Bakın sevgili gençler, kimse size gül bahçesi vaat etmez.
O kurak ve çorak toprakları önce siz sulayacaksınız.
Sonra bahçeye dönüştürecek, ardından her bir karışına gül ekeceksiniz.
Gül bahçesi sonradan, kendiliğinden oluşacaktır.
Problemlerle, sorunlarla birlikte yaşamayı öğreneceksiniz.
Siz çözdükçe daha yenisi, daha zoru gelecektir.
Sizin gayeniz bunları çözmek olacak.
Eğer bu sorunları kafanızda büyütürseniz, hiçbir zaman çözemezsiniz.
Bir adım bile ilerleyemezsiniz.
Ama ne olursa olsun, çözüm muhakkak vardır.
Yeter ki siz gayret edin.
Kader, gayrete âşıktır.
Geçmiş zaman… Üzerinden çok yıllar geçti ama örnek olarak veriyorum.
Kendimi anlatma niyetinde değilim. Herkesin nefsi nefsimizden üstündür.
Viranşehir Tapu Müdürlüğü’nde bir proje fotoğraflamam gerekiyordu. Sabah erkenden gittim. Tapu personeli “Bakamazsınız.” dedi. Müdürün yanına çıktım. O da “Olmaz.” dedi.
Ama benim için o projeyi görmek çok önemliydi.
Öğlene kadar beklediğimi hatırlıyorum.
Müdür bir ara beni çağırdı, biraz azarlar gibi konuştu:
“Ya kardeşim sen ne laftan anlamaz adamsın? Sana söylüyoruz, yok diyoruz, sen hâlâ ısrar ediyorsun. Taciz ediyorsun.”
Halbuki benim amacım taciz etmek değil, kararlılığımı göstermekti.
Sonra ne olduysa müdür, tapu arşivinin kapısını araladı:
“Bak,” dedi, “bir dünya proje dağılmış. Harap olmuş. Kimi yerde, kimisinin üzerine kahve dökülmüş. Raflar bomboş, her taraf toz içinde. Belki bir yıldır kimse girmemiş. Şimdi söyle, bu karmaşanın içinden istediğin projeyi nasıl bulabilirim? Üstelik arşiv görevlisi de yok.”
Ben aklıma koymuştum. Müdüre dedim ki:
“Müdürüm, bana müsaade edin. Projeyi bulurum. Bana güvenin. Hatta burayı da güzelce düzenlerim. Alın kimliğimi, bu odayı bana bırakın. Üzerime kapıyı da kilitleyebilirsiniz. Bir kova su, bir bez lazım… Onu da ben hallederim. Siz yeter ki bana güvenin.”
Müdür şaşkındı.
“Projeleri düzenlemeyi biliyor musun?” diye sordu.
“Evet,” dedim.
“Cilt ve sayfa numarasına göre yaparım.”
O gün devlet bendim.
O gün devletin bir kurumunun kıyıda köşede kalmış, belki hiyerarşinin en altındaki bir görevini üstlendim.
Şikâyet etmedim, sızlanmadım.
Önce temizledim, sonra düzenledim.
Bu işlem sekiz saat sürdü.
Müdür de benimle birlikte mesai sonrası kaldı.
Akşam saat sekiz buçuk gibi işimi bitirdim, müdürüm de teşekkür etti.
Yıpranmış, neredeyse eline alsan yırtılacak kütük defterleri vardı.
“Bunları da sayfa sayfa çekebilir misin?” dedi.
“Seve seve,” dedim.
Her biri 500 sayfanın üzerinde olan kütük defterlerini tek tek çektim.
Ama gönlüm rahattı.
İşimi yapmış olmanın huzuruyla, gece saat 23.00 civarında Viranşehir’den ayrıldım.
Sonra oraya KPSS ile kazanmış bir arşiv görevlisi atandı: Ramazan abi.
Müdür bey ile dost olduk.
Ramazan abiye projelerin yerini, hangi sıraya göre dizdiğimi tek tek anlattım.
İşte böyle bir durumdan geçtim.
Eğer ben de isyan etseydim, yakınsaydım, “Devlet nerede?” diye söylenip dursaydım, ne bana yararı olurdu ne de devlet devletliğinden bir şey kaybederdi.
O sebeple güzel kardeşlerim:
Her zaman çare siz olacaksınız.
Global ve dijital dünyada yerinizi alacaksınız.
Çok çalışacak, sürekli çare ve çözüm üreteceksiniz.
Ya çaresiz olacaksınız, ya da çare siz olacaksınız.
Biliyorum yoruldunuz.
Ama daha çok yolumuz var.
Öğrenilmiş çaresizliklere ayıracak vaktimiz yok.
Gençliğimiz var, heyecanımız var, yaralarımız var, savaşımız var gençler!
Yakınmak zamanı değil.
Hadi silkelenin.
Önce kendinizi toparlayın, sonra çevrenizdekileri.
“Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.” faslı çoktan geçti.
Biz çok öldük bu topraklarda.
Artık savaşa savaşa yaşamak istiyoruz.
Durmadan, usanmadan çalışmak…
Zafer kalelerinde bir taş olmak istiyorsan, şimdiden yerini belirle.
Ve son olarak güzel kardeşim,
Yarın daha olmadı, bugün ise henüz batmadı.
Dünlere takılıp kalma.
Sloganımız belli:
Eğer çare zafer kazanmaksa, zaferler için çare aramaya bakalım.
Bir sonraki yazımızda görüşmek, buluşmak dileğiyle.
Hoşça kalın, sağlıkla kalın…
Yorumlar 2
Kalan Karakter: