Günümüzde insanların kullandığı şapka bir aksesuar niteliğinde kullanılıyor. Ancak bundan yaklaşık 100 yıl kadar önce şapkadan daha çok işleve sahip olan Osmanlının bir simgesi haline gelen Fes’in tarihi hakkındaki bilgileri derledik. Çeşitli kaynaklardan elimize ulaşan bilgilere göre Fes’in tarihi şu şekilde bahsediliyor.
Çoğunlukla dizi ve filmlerde karşılaştığımız ve Osmanlı Dönemi’nde Türklerin kullanımıyla özdeşleşen Fes, Osmanlıya yaklaşık 1825’li yıllarda gelmiş. Aslında Fes bir şehrin adı yani, Fas’ın Fes şehrinde üretildiği için fes adını almıştır. Yani Fes, Türk kültürüne ait olamadığı buradan anlaşılabiliyor. Farklı dillerdeki ismi “fez” ya da fés olarak da bilinmekte.
1826’da sultan II. Mahmud tarafından kaldırılan Yeniçeri Ocağı’dan sonra yeni bir ordu gerekiyordu bu orduda ‘’ Asakir-i Mansure-i Muhammedîye oldu. Ancak orduya bir yeni bir kılık kıyafet gerekiyordu. Bu gerekliliği ise Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa’nın Fas/Tunus seferinden dönerken beraberinde getirdiği fesler ile tamamlandı. Daha sonradan yazılan ferman ile neredeyse herkesin fes kullanması zorunlu oldu. Ferman sadece din âlimleri ve din adamlarının sarık takmasına izin veriyordu. Buna benzer bir olay Cumhuriyet Döneminde Şapka kanunu idi. Neyse konumuza dönecek olursak Fesin Osmanlı’da kabul görmesi zaman almıştır. Halk başta reddetse de daha sonradan çoğunluk kabul görmeye başladı. Buda haliyle Osmanlının günlük yaşamında yer aldı. Ayrıca Fesin namaz esnasında alnın secdeye değmesine engel olmadığı için bu durum kabul görmesinde etkili olmuştur.
Fes başta toplumda birleştirici bir rol oynarken daha sonra ayrılıklara yol açtı. Bazı kesimlerin Fes’i din dışı görmesi ve bu kesimlerin çoğu kırsal kesimden olduğu için ‘Fesli’ ve ‘Sarıklı’ adı altında 2 sınıf oluştu. Kırsal kesimde fesi ret edenler sarıklı olarak anıldı. Fes ilk başlarda herkes ile aynı modeldi ancak daha sonradan Fes renge modele insanların mesleği, memleketi ve inancına göre değişmeye başladı. Buda ayrıcalıklara yol açtı. Yani fesin temelinde yatan birleştirici gücün azalmasına sebebiyet verdi.
Osmanlıda Fes ihtiyacı karşılamak üzerine Fes Bakanlığı kurulmuştu. Bu bakanlık üretim için günümüzde İstanbul’un Eyüp sultan ilçesine bağlı Feshane semtine de adını veren yerde Feshane-i Amire kurarak Fes ihtiyacını karşıladı. İlk fes başlangıçta 20-25 cm yüksekliğinde ve standart modelinin aksine tepeye doğru hafifçe genişleyen bir şekilde yapılmıştı. Kırmızı çuha ve kızılcıktan rengini alan, genelde merinos koyununun tüyü ve keçeden üretilen fesin pek çok modeli ve rengi bulunmaktaydı. Fes’in boyayı iyi tutması ve çabuk sertleşmemesi için yapağının kalitesinin yüksek olması gerekirdi. Fesin dokunuşu çorap örgüsüne benzer ve önce torba gibi bir şekil alır; sonra bol su ile keçeleştirilir. Boyanmış fesler tekrar su ile yıkanarak dink işlemi yapılır ki bundan sonra küçülür ve külâh haline gelir; bir sonraki safha havalandırma ve tüylendirme, son safha ise kalıplama ve perdahtlama deniliyordu.
Fes modelleri içerisinde adı en çok ön plana çıkanlar ise arabi, sıfır numara, yâr tekmesi, kuş yuvası, ayıp kapayan, kel örten, limon kabuğu, saksı dibi, yandım allah, horozibiği, tabla fes ve zuhaf gibi modeller bulunmaktaydı. Model isimleri, isimlerini genel olarak fiziki görünümden dolayı alıyordu. Misal olarak kel örten modeli, saçı olmayan kişilerin kafasını tamamen örttüğü için kel örten adını almıştı.
1829 yıllarında piyasada bulunan yerli ve ithal fesler bulunuyordu. Fiyatları ise; Tunus perdahtlı 26 kuruş, Mısır 18 kuruş, Avrupa perdahtsız 5 kuruş 20 para, Avrupa “ağaç” marka 5 kuruş, yerli İstanbul 6 kuruş 10 para gibi fiyatlarla satılıyordu.
Fesin düz olan tepe kısmına “tabla” adı verilir ve bunun merkezindeki “ibik” denilen çıkıntıya lâcivert veya siyah bir ipek püskül bağlanır. II. Mahmud devri mavi ipek püskülünün arkası uzun, önü kâkül gibi kısa ve oldukça genişti. Yüksekliğin muntazam görüntüsünün bozulmaması için fesin içi kartonla desteklenmiştir. Fes padişahların istekleri doğrultusunda değişikliğe uğramıştır. Sultan Abdülmecid mecidiye kalıp, Sultan Abdülaziz aziziye kalıp, Sultan II. Abdülhamid ise daha dik bir fes olan hamidiye kalıp tercih etmiştir.
Fesin renginden dolayı kişinin siyasi görüşü ve mesleği ne olduğu anlaşılabiliyordu. Nar çiçeği renginde Fes takanlar genelde hafiyelerdi. Halk, kızılcık rengi fes takardı. Askerlerin fesleri kendilerine özgü ve çeşitli semboller bulunuyordu. Arnavut kökenli kişiler ise beyaz renk fes kullanıyordu.
Toplum tarafından en hoş karşılanan püskül, fesin arka tarafında bulunan ve uzunluğu enseye kadar olan püsküldü. Püskülü öne getirmek kabadayı, ağır kişilere mahsustu. Genç kızlar ise en çok sağa sola sallanan püsküllü delikanlılardan hoşlanırdı. İzzet Melih'in bir romanında, ‘’ Faytonla Pera'ya giden delikanlının habire sallanan püskülüne İngiliz kızları mest olurlar’’ diye bahseder.
Fesin püskülü başın hareketi veya rüzgâr sebebiyle sık sık dağılıyordu ve taşıyana derbeder bir görünüş veriyor, bu açıdan sık sık taranması, düzeltilmesi gerekiyordu. püskülleri taramak için çarşıda, sokaklarda küçük çocuklar ellerinde taraklarla dolaşır ve para kazanırlardı. Böylece püskül onu taşıyanın başına dert olmuştu. "Püsküllü belâ" deyiminin, buradan geldiği kaynaklanıyor.
Osmanlı döneminde önemli bir konuma gelen Fes şiirlere türkülere konu olmuştur. Devrin şair ve edipleri eserlerinde eğri giyilen, kaşa düşürülen feslerden bahsetmişler, çocuk feslerine nazarlık, muska ve ziynet altını takıldığını yazmışlardır. Şair Dertli meşhur fes kasidesinde şu beyitlerle yer verilmiştir.
Daha sonradan Osmanlı’da kalıpçı esnafı ortaya çıkmıştır. Önceleri ahşap olan kalıpların yerini, pirinç kalıplar almıştır. Kalıplar ütü gibi ısıtılarak üretilen kalıplar arasında “dar beyoğlu, hamidiye, aziziye, yarım zuhaf, tam zuhaf, İzmir biçimi, alikorna, hasırlı” gibi isimlerle anılan sıfırdan on altıya kadar numaralanmış çeşitli ölçü ve biçimlerde kalıplar üretilmiştir.
Fesin yasaklanmasından sonra kullanılmayan Feshâne'deki kalıplarla ve elde kalan fesler günümüzde İstanbul Şehir Müzesi'nde sergilenirken, Sultanlara ait bazı fesler ve ahşap fes kalıpları Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenmektedir.
Fesin yaklaşık Osmanlı’daki ömrü 100 yıl kadar sürmüştür. TBMM’nin 25 Kasım 1925’te çıkardığı kânun ile Fes kullanımı son bulmuştur. Günümüzde Fas, Endonezya ve Nijerya gibi devlet başkanları, resmî olarak fes kullanmaya devam ediyor. Ancak Batı devletleri mizah organlarında Fesi ‘tembellik ve avanta yaşam gibi’ ifadeler ile lanse edilmektedir.