Dr. Necib Yemani'nin “Okaz” Gazetesi'nde 29 Nisan 2019'da yayınlanan “Akıl nassdan öncegelir” başlıklı yazı, güncel sorgulamalar için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Dini düşüncede özellikle de dini hükümlerin sıhhatini belirlemede normatif değerlerin yerini belirlemeye gayret ediyor.
'Aklın İslâm'daki ve hükümlerin konulmasındaki yeri' bu tartışmalarda en büyük payı oluşturuyor. Ancak, aklın bu konuda oynadığı rolü geri kazandırmada sadece küçük adımlar atılmaktadır. Akıl etrafında bu kadar çok tartışmalar yapılmışken, akla ihtiyaç duyulduğuna inanan bu kadar çok insan varken aklın rolünü keşfetmede neden bu kadar geç kalındığı sorgulanmalıdır / araştırılmalıdır.
Bunun, çok büyük bir sorunun sadece bir parçası olduğu kanaatini taşımaktayım. Ancak esas problemin, insanların bazı konuları açıkça tartışamaması olduğu ortadadır. İnsanın din ile ilişkisi, bilim ve aklın din ile ilişkisi bu konulardan bazılarıdır.
Şimdi, bilim ve aklın din ile ilişkisinden başlayalım, çünkü ancak bu şekilde İnsanın din ile ilişkisini anlayabiliriz. Batı'da, çoğu araştırmada yaygın olan varsayım, din ve bilim dünyası arasındaki ayrımdır. İslam dünyasındaki araştırmaların ise, kendine hayranlık ve bilime mesafeli durma şeklinde bir eksende ilerlendiği görülmektedir.
Hayranlık ekseni, İslam'ın bilime ve bilimle uğraşanlara verdiği değer, bu coğrafyada din ve bilim arasında hiçbir zaman ayrım yapılmaması gibi konulara odaklandı. Mesafeli durma ekseni ise, örneğin bilimsel verilerin kesinlik ifade etmediğini, bilakis değişmesi muhtemel teoriler olduğunu söyleyerek bilimsel veriler etrafında şüphe oluşturmaya odaklandı. Hala insan aklının algılayamadığı meseleler olduğu sürekli dillendirildi. Bu argümanların amacı, din ve bilim arasında çelişki olduğu iddiasına cevap vermekti. Burada kesinlik ifade eden din, mesafeli durulan ise bilimsel veriler oldu.
Tartışmadaki bu yaklaşım, yani kendine hayranlık ve bilime mesafeli durma, tüm problemin ana unsurunu perdelemektedir. İnsanın dini düşüncenin oluşumunda ve değiştirilmesindeki rolünü kast ediyorum. Tabii ki, bilimin bir insan ürünü olduğunu, akıl ve onun rolü etrafındaki tartışmaların, bilimsel veriler ve insanın bundaki rolü ve yine insanın din ile olan ilişkisine dair tartışmaların devam edeceğini biliyoruz. Bu ilişki şu soru ile başlar: Din, insan için mi geldi, yoksa insan din için mi yaratıldı? Ayrıca Bilim mantıklı bir temele dayanıyor mu, yani insan aklıyla uyumlu mu? Öyleyse, dini meseleleri insan aklı kavrayabilir mi yoksa insan aklının ötesinde başka bir dünyaya ait meseleler midir?
Uyumlu ve kavranabilir ise, aklın bu meseleleri değiştirme yönündeki bir müdahalesine izin verilebilir mi, yoksa bu müdahale yasak mı? Bu meselelerin sana aklının ötesinde ise, insan için nasıl bağlayıcı olabilir? Biliyoruz ki anlamak ve kavramak dini sorumluluğun ön şartıdır. Aksi takdirde, kaldırılması mümkün olmayan bir sorumluluğun insana yüklenmesi anlamına gelir ki bu da bence adil olmaz. Bu argüman, bilimin ve aklın rolü etrafında dönen tartışmanın özünde, dini düşüncenin/hükümlerin formüle edilmesinde ve değiştirilmesinde insanın rolüyle ilgili olduğunu göstermektedir. İnsanın dini düşüncenin /hükümlerin formüle edilmesinde ve değiştirilmesinde belirleyici bir rolü olduğunu söylersek, bunun dinde ilahi niteliğini söküp atılması gibi bir sonuca neden olacağı ve dini tamamen beşerileştireceği şeklinde bir cevapla karşılaşırız. İnsanın bunda kısmi bir rolü olduğunu söylesek, şu soru ortaya atılacaktır: sınırları kim belirleyecek?
Buna benzer pek çok soru var tamamını sormak mümkün değil. Ama sonuçta, insanın rolünün, aleyhindeki büyük tartışmalara rağmen, hala dinin ruhuna ve yaşamın mantığına oldukça yakın olduğunu belirtmek gerekir. Fakat bu meselenin daha genişçe ele alınması gerekiyor.