Günümüz kent koşullarında yoğun iş telaşı, stres, çoluk-çocuk ve geçim derdiyle uğraşırken bazı değerlerimizi hızla kaybettiğimizin farkında mıyız?
Zaman zaman eski mahallemizi, oradaki dostluğu, annelerimiz defalarca çağırana kadar oynadığımız oyunları özlemiyor muyuz?
Çocukluğunda sokakta oynadığı oyunları hatırlayınca mutlu olmayanımız var mıdır? Ne zaman oyun söz konusu olsa biz büyükler "Nerede bizim çocukluğumuzdaki oyunlar!" der, anlatmaya başlarız ya.
Peki, şimdiki çocuklar bu oyunların hangilerini oynuyor? Hatta bırakın oynamayı, hangilerini biliyor? Zihinsel, bedensel gelişimi sağlayan, iletişimi öğreten, paylaşımı geliştiren eski oyunlarımız yaşam tarzımızın teknolojiye yenik düşmesi sonucunda sönmeye yüz tutarak kayboluyor.Çocukluğumuzdaki oyunlar, işbirliğini, paylaşmayı, uyumu öğretirdi. Her şeyden önemlisi mutluluk getirirdi. Oysaki şimdiki oyunlar artık daha bireysel, bencil ve ruhsuz.Bilgisayarda oyun oynayan veya televizyondan gözlerini ayırmayan çocuğumuza baktığımızda “Nasıl kurtarırım?” düşüncesi hepimizde yok mu?
İnternet, atari ve plastik oyuncaklarla vakit geçiren çocukların a-sosyal kişilik kazandığına şahit oluyoruzdur hepimiz. Elimizde ekmek arası salça ile oyun alanlarımıza koşarken, kalbimizdeki heyecanı, titreşimi hangi bilgisayar verebilir ki?
Toplumsal yapının hızla gelişmesi özelikle kadınların da işgücüne katılmasıyla birlikte yalnızlaşan ve bireyselliğe doğru ilerleyen bir aile yapısına doğru gidiyoruz..
Eskiden büyük aileler bir arada yaşardı. Bu nedenle çok sayıda kardeş, kuzen, abi, abla vardı çevremizde. Çocuklar oyunlar oynar, kendine rol model alabileceği birçok insan olurdu etraflarında ve hayata dair birçok şeyi paylaşmayı öğrenebilirlerdi.
Ben ve diğerleri duygusunun oluşması, çocuğu hayata hazırlayan en önemli faktörlerden biridir. Bir de oyunlar tabi…
Her insan sever oyun oynamayı. Çocuk da olsak büyüsek de severiz, çünkü hepimiz için eğlencelidir, tabi çocuklar için apayrı bir yeri vardır oyunların. Bir oyunla kendilerini ifade eder, hatta dünyayı keşfederler zaman zaman. Bir doktor rolünü oynayan çocuk bu role girerken önce doktorunun ona nasıl davrandığını ve neler kullandığını gözlemler daha sonra bunu oyununa yansıtır.
Bir çocuk için etrafındaki herkes bir örnektir. Ne yazık ki anne ve babaların çalışmaları ve evde yalnız kalan çocukların gelişimi oldukça dar vakitlere sığdırılıyor. Elbette yaşam koşullarının zorluğu sürüklüyor bu süreçlere, ancak çocukları yalnız bırakmak yerine onlara üniversiteli oyun abileri, oyun ablaları bularak onların yalnızlığına çare bulabiliriz. Birçok öğrenci hatta Çocuk Gelişimi alanında eğitim almış ablalar ve abiler bizim yerini dolduramayacağımız boşlukları bile doldurabilecek kadar başarılı olabiliyorlar. Hangi aile çocuğunun kendisinden daha iyi yabancı dil konuşmasını veya öğrendiği oyunlarla mesleğine dahi katkıda bulunmasını istemez.
Mesela birçok öğrenci gerek üniversitelerinde gerek yurtdışı eğitimlerinde geliştirdikleri yabancı dillerini küçük yaşta ki çocuklara oyunlarla veya aktivitelerle öğretip, okul çağlarında dil öğrenemelerini çok daha kolaylaştırıyorlar. Bir abla ile geçirilecek kaliteli ve ufak bir vakitte hayata alışmayı, belki uygulayamadığımız disiplini, acil işlerimizin arasında yapamadığımız sosyal aktiviteleri çocuğunuzla buluşturabilirsiniz.
Örneğin hafta sonları bir abla ile sinemaya gitmek veya bambaşka bir perspektif ile bir müzenin tarihini öğrenebilmek çocuk için bambaşka bir dünya yaratacaktır. Mutlaka anne babanın yerini kimse doldurmaz, ama çocukların o kadar büyük bir isteği ve merakı var ki dünyayı öğrenmeye ve yaşamaya dair onların bu heveslerini kırmamalıyız. Sonuç olarak her yaş bir öğrenme çağıdır, bu zamanı geçirince öğrenmek zordur.Zaman geçmeden çocuklarımızı oyun ablaları, abileri ile buluşturalım ve geleceğin temellerini bugünden atarak hayata en iyi şekilde hazırlanmalarını sağlayalım.
Yeni nesil çocukların ne kadar şanslı olduklarını ama yine de o eski oyunların nasıl kendilerini mutlu ettiklerinden bahsederler. Çivi, seksek, misket, dokuztaş, körebe, uzun eşek, lastik, yakar top oyunu…
Gerçekten de "nerede o eski oyunlar!" Hâlâ, oynayan var mıdır o oyunları ya da bilen?
Oysa bir hünerdir ipe basmadan atlamak, gizlendiği yerden yakalanmadan çıkmak ve sobelemek duvarı ya da üstü üste dizili 9 taşın hepsini serebilmek yere…
Takım kurarken "aldım verdim ben seni yendim" tekerlemesiyle ilerleyen çocuğun kalbindeki heyecanı hangi bilgisayar oyunu sağlayabilir ki…
Geçen zaman bugünümüzü mazi yaparken değerlerimizi de beraberinde götürdü sanki! Büyüklerimiz için oyun; gülmek, terlemek, kazanmak, yenildiğinde belki ağlamaktı.
Bol hareket içeren o eski oyunlar, hep özlenen olacak!
Çeyrek asır öncesi annelerin, ''Oğlum hava karardı hadi artık eve gel'', ''Akşama kadar topun peşinde koşturup durdunuz, daha bıkmadınız mı?'', ''Babanı da kahveden çağır da gel akşam yemeği yiyeceğiz'' diye seslendiği çocuklar, şimdilerde ''haydi çocuklar bilgisayarı kapatıp elinizi yıkayın, yemek yiyeceğiz'', ''internette oyun oynamayı bırakın da biraz çıkıp yürüyüş yapalım'' sözlerini duyuyor.
O dönemlerde, sokak aralarında, mahallenin futbol sahasında veya çevredeki diğer boş arazilerde oynanan topaç çevirme ve misket oyunlarının dışındaki çelik çomak, birdirbir, mendil kapmaca, güvercin taklası, uzun eşek, sek sek, bezirganbaşı, yedi kiremit gibi oyunların nasıl oynandığı konusunda bilgisi olmayan çocuklar, daha ilköğretimin ilk yıllarında başladıkları sınav maratonunu işe girene dek sürdürüp, bilgisayar oyunlarıyla zaman geçirmeyi tercih ediyor.
İnternet kafelerin girmeye başladığı köylerde de çocuklar bilgisayar teknolojisi ürünlere yönelmesine karşın geleneksel oyunları bir ölçüde de olsa hala yaşamına katıyor.