Adalet bir ülkenin temelini oluşturan temel kavramlardan bir tanesidir. Adalet demek, yasaların herkes için eşit şartlarda işlemesi ve suçluların hakkıyla cezalandırılması demektir.
Victor Hugo’nun çok sevdiğim bir sözü var: “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” diyor. Doğru bir söz gerçekten, ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim; burada iyi olmakla kastedilen “toplum nazarında iyi kabul edilmek” olmalı… Yoksa adil olmayan bir iyiliğin gerçekte iyilik olduğunu söyleyemeyiz.
İyi olmak ya da toplum nazarında iyi kabul edilmek kolaydır elbette. Hiçbir risk almayı gerektirmez. Bir iki güler yüz ya da gözyaşı, karşındakini takdir etmek ya da popülist davranarak kalabalıkların hoşuna gidecek söylem ve eylemlerde bulunmak yeterlidir. Doğru olmak ön şart değildir çoğu zaman çünkü insanların “iyi” kriterleri arasında doğruluk genellikle alt sıralardadır.
Adaletin olmadığı toplumda insanlar huzur bulamazlar. Mutsuz şekilde yaşamaya devam eden insanlar kendilerini rahat hissetmezler. Toplumun refahı ellerinden alındığı zaman yönetime güvenleri kalmadıkları gibi uzaklaşmayı tercih ederler. Göçler meydana gelerek daha uygar toplumların parçası olmak isterler. Adalet keskin kılıç gibi olarak tüm suçlara karşı çalışmalı ve topluma adaleti
getirmelidir.
Adaletin insanın davranış alanını düzenleyen ve davranışa özdeş karakteri göz önüne alındığında, adaletin bireysel ve toplumsal anlamı ile inşası için ihtiyaç duyulan temel düzenek ya da değişkenin ne olabileceği konusunda farklı teoriler ve uygulamalar vardır.
Aslında bu sorunsala ilişkin yaklaşımlar indirgeyicilik riski taşımakla birlikte, iki temel ayrımla anlamlandırılabilir. Birincisi: Adaletin tesisi için mutlak surette devlet organizasyonunun güvencesinde bir hukuk sistemi olacaktır.
Adalet, devletin tekelinde bir insanlık ideali olup bu çerçevede değerlendirilmelidir. İkincisi : Adalet, temelini semavi dinlerde bulan ahlakın, bireyin iç dünyasına ve davranışlarına nizam veren ilkeleri ile inşa edilebilir, anlaşılabilir bir değer ve idealdir.