Kaçakçılık, soygunculuk, hırsızlık.
Geçim derdi nedeniyle elinden başka bir iş gelmeyen toplumumuzun, yüzyıllardır uğraştığı temel toplumsal sorunlardandır.
Kaçakçılık, vergisi ödenmeden yurda sokulan emtianın ticareti olarak bilinmiş. Devlet ne kadar yasaklasa, cezalandırsa da toplumda kaçakçılar yerilmemiş, eleştirilmemiş, tenkit edilmemişlerdir. Aksine, kaçakçılıkla uğraşanlar para, mal mülk sahibi oldukça saygınlığı artmış, toplumun ileri gelenleri konumuna haline gelmişlerdir.
Kaçakçılık öyle bir kabul görmüştür ki, kaçakçı çarşıları kurulmuş, kaçak eşyaların alınıp satıldığı pazarlar oluşturulmuştur. Kaçakçılığın normal ticaretten tek farkı, vergilendirilmemiş olmasıdır.
Urfa ve sınıra komşu illerde halen severek tüketilen seylan çayı, ülkeye ithalat yoluyla değil de kaçak yollardan sokulduğu için adı kaçak çay olarak kalmış. Tütün ticareti de yine TEKEL aracılığıyla yapıldığı için, bunun dışındaki tütün ticareti kaçak olarak bilinmiş, tütünün bir diğer adı da kaçak olarak anılmaya devam etmektedir.
Toplum içinde kaçak işi bu derece kabul gördüğünden, kaçağın hiçbir türü gayri ahlaki olarak görülmemiştir. Bunun neticesinde vergiden suya, elektrikten gıda maddelerine kadar her değerin kaçağı makbul görülmeye başlamıştır.
Elektrik idaresinin tamamen devlet denetiminde olduğu dönemlerde, özellikle 90’lı yılların sonuna doğru artan elektrikli aletlerin kullanımı yaygınlaşmaya başlamış, ısınma, sulama ve benzeri faaliyetler için kullanılan elektriğin kaçak olmasını ne devlet engelleyebilmiş ne de toplumun ileri gelenleri nehyetmiştir. Hatta aynı dönemde dini cemaatler bile elektriğin kaçak kullanılmasında beis görmemiş, kendilerince fetva bile vermişlerdir.
Devlet otoritesinin henüz oturmadığı yüzyıllar öncesinden günümüze uzayan kaçakçılık, eşkıyalık, hırsızlık, soygunculuk tüm müdahalelere rağmen toplum nezdinde tam anlamıyla kınanan bir faaliyet haline gelmemiştir. Biraz da İslam inancından kaynaklandığını düşündüğümüz bu tutum ve davranışların temelinde rızık endişesi için cihada çıkma, ganimet toplama kültürünün yattığını varsaymak yanlış olmasa gerek.
Yakın tarihimizi araştırdığımızda, bugün bile sık sık ihale fesadı, devleti soyma, dolandırıcılık, tefecilik gibi işlerle uğraşan ailelerin, 300-500 yıl önce de aynı fiillerle anıldıklarını görmek de düşündürücüdür.
Toplumsal baskı nedeniyle tarihçilerin kitaplarında yazmaya çekindiği bu konu, üzerine gidilmedikçe tüm kesimleri rahatsız etmeye devam edecektir.
İşte kaçak elektrik mevzusunda son günlerde yaşanan hadiseler.
Hilvan’daki köylere giren DEDAŞ ekiplerine jandarma ve polis eşlik etmek zorunda kalıyor. Köylere, TOMA’lar, zırhlı araçlar sokuluyor.
Neden?
Güvenlik amacıyla.
Dün, Hilvan’da girilen bir köydeki 80 hanenin tamamının kaçak elektrik kullandığı tespit ediliyor.
Kaçak elektrik kullanan köylülerin tarlalarının başına diktiği trafolar kaldırılırken olaylar çıkıyor. Köylü, “Kaçak elektrik hakkımız engellenemez!” diye haykırıyor.
Bu nasıl bir anlayıştır anlamak mümkün değil.
Şehirde yaşayan insanlar elektrik parasını tıkır tıkır öderken, faturasına ilave olarak kayıp kaçak bedeli yansıtılsın, köylü kaçak elektrik hakkımız engellenemez diye haykırsın.
Sorun, aslında sosyal bir sorun.
Birilerinin çıkıp bu millete elektriğin nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını, nasıl ücretlendirildiğini anlatması gerekiyor. Din adamlarının kaçak elektrik konusunda nasıl bir kul hakkına girildiğini, helallik istenmesinin mümkün olmadığını izah etmesi, kaçak elektrik kullananların bu vahşetin farkına varmaları gerekiyor.
Sorun biraz da Ahmet Arif’in şiirinde bahsettiği gibi “Bilmezlikten değil, fıkaralıktan… Gayri eşkıyaya çıkar adımız, kaçakçıya, soyguncuya, hayına.” dediği gibi olmalı.