Dün açılışı yapılan Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, ülkemiz için çok önemli bir eser olarak takdir topladı. Çünkü güçlü bir toplum bilgiyle, kitapla ayakta durur. İnsanların aydınlık yarınlara ulaşması için de tabiî ki güçlü kütüphanelerle olur. İnsanların merak ettiği her bilgiye ulaşması, kafasındaki sorulara yanıt bulması için bu tür dev kütüphaneler daha fazla yaygınlaştırılmalı. Aydınlanmak, ülkemiz için en yararlı bilgilere ulaşmak için kullanmak dileğiyle açılışı yapılan kütüphanemiz hayırlı olsun.
Kütüphane demişken, biraz kitapların dostluğundan bahsedelim. “Kitap en iyi dosttur” sözü ilk yıllarda bana anlamsız geliyordu. Çünkü lise yıllarıma kadar kitap okumaya teşvikler sadece kuru bir sözden ibaretti. Şanlıurfa'da öyle insanları kendine çekecek, kitap okumaya teşvik edecek ihtişamlı kütüphaneler de yoktu. (Ki halen büyük kütüphanelerin olmadığını, kitap okumaya teşviklerin yeterince yapılmadığını görüyoruz)
Okul yıllarında bizim için kitaplar sadece ders kitaplarından ibaretti. Kitap okumayla zamanımızı kaybedeceğimizi düşünüyor, onun yerine ders kitaplarıyla zaman geçirerek, gireceğimiz sınavları geçmek hedefimizdi. Zaten ders kitapları dışında sınavlardan soru çıkmıyordu. Yani kitapları ezberleyen öğrenciler, sınavlardan iyi puan alarak sınıfı geçiyordu. Öyle farklı bir etkinlik ve aktiviteler de olmayınca okul hayatımız sadece kitaptaki konuları ezberlemekten öteye geçemiyordu. Okuduğumuzu sadece ezberlemeye çalışıyorken, konunun anlamını geri planda bırakıyorduk. Anlamadan ezberlediğimiz konuları da kullanmadığımız sürede hemen unutuyorduk. Bu nedenle kitap okumak bize zor geliyordu, kitaplardan da dost olmaz diyerek uzak kalmıştık.
Kitaplarla dost olmam, üniversite yıllarında başladı. Bazı hocalarımız ders kitabını bir kenara bırakmış, bize okumamız gereken bazı kitapları önermişti. Sınavda da bu kitaplardan sorumlu tutulmuştuk. Bu kitapları ararken zengin bir kütüphaneyle karşılaşmıştım. Selçuk Üniversitesinde üç katlı büyük bir kütüphane vardı ve aradığım çoğu kitapları burada bulabiliyordum.
Kitap okumaya başladığım süreç içerisinde bilgi birikimi oldukça kafamda da daha fazla soru oluşuyordu. Bir kitabı bitirdikten sonra o kitapla ilgili kafamda oluşan sorulara cevap bulmak için başka kitapların peşinden koşuyordum. Kitap okuma alışkanlığım bir süre sonra beni belli konularda araştırma yapmama yöneltti. Konuyu daha geniş bir çerçevede anlamaya çalışıyordum ve bu süreçte daha fazla kitaba ihtiyaç duyuyordum. Haftada bir ya da iki kitap bitirmeye başladım. Bu durum bende o kadar bağımlı hale geldi ki, gece uykudan kalkarak merak ettiğim sayfaları bitirmeye çalışıyordum.
Bir süre sonra kitap okumak için boş zaman oluşturmanın çabasında oldum. Zamanla bu çabam kitaplarla dost olmama yöneltti. Yani kitapların benimle dost olduğunu fark etmiştim. “Kitaplar en iyi dosttur” sözüne inanmıştım. En önemlisi de kitapların kapalı olan pencerelerini insanlara nasıl açtığını anlamıştım. Demek ki kitaplar insanlara kolay kolay içini açmıyor; insanların umutlarla, sevgiyle o pencereyi açmayı istiyorlar. Yani biz kitapları ciddiye alıp onları anladığımızda, onlar da sonsuza dek içini bize açıyor.
Şanlıurfa'da kitaba verilen öneme de değinmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi Şanlıurfa kitap okuma oranı bakımından sürekli son sıralarda yer alıyor. Bu durum büyük kütüphanelerin olmadığından, güçlü kaynakların bulunmadığından ve en önemlisi kitaplara teşvik konusunda çalışmaların yapılmamasından kaynaklanıyor. İki yıl önce yöneticiler Şanlıurfalıları kitaplara teşvik etmek için birtakım etkinlikler düzenledi ama bu da çok kısa sürdü. Bir hafta içerisinde üst üste yapılan etkinlikler bir süre sonra devam ettirilmeyince Şanlıurfalıların da kitaplara olan uzaklığı unutuldu. Bu etkinlikler de her zamanki gibi şov yapmaktan öteye geçemedi. Sözde otobüslerde, caddelerde, insanların olduğu her yerde gözlere kitap çarpacaktı. Bu sözler hayallerde kalırken, toplama merkezinde yapılan iki kitaplığın içinde de sadece ekmek kırıntılarını gördük.