Yaklaşık 14-15 yıl kadar öncesiydi, Çoktandır aklımda olan, mühendislik fakültesinin kafa yoran hesap analizlerinden sıkılmış, ruhumu dinlendirecek bir uğraş arıyordum, Ney çalgısının huzur veren hikayesi aklıma düştü herkesin bildiği o hikâyeyi önce sizlere kısa özet geçmek istiyorum. Bir gün Peygamber Efendimiz (SAV) tek başına otururken Hazreti Ali (r.a) yanına geliyor. "Sizi çok dertli gördüm. Bir probleminiz mi var?" diyor.
Efendimiz (SAV), "Bana Mirac'da verilen sırları düşünüyorum, ya Ali!" cevabı veriyor. Hazreti Ali de "Birazını benimle paylaşabilir misiniz?" diyor. Efendimiz (SAV), "Ya Ali, kaldıramazsın." diyor. Peygamberimiz (SAV) Hazreti Ali'yi (r.a) çok istekli görünce sırlarının bir kısmını anlatıyor. Hazreti Ali (r.a) o sırları duyduğu anda göğsünde bir kabarma, taşkınlık hissediyor. Söylemek, bağırmak istiyor. Ama sırdır, söyleyemiyor. Hemen Mekke'nin dışına çıkıyor. Kör bir kuyu buluyor. Ve o kuyuya bağıra bağıra içindekileri anlatıyor. Sonra rahatlıyor. O su vermeyen kuyu, Hazreti Ali'nin (r.a) verdiği sırları kaldıramayarak taşmaya başlıyor. Su taşınca suyun çevresindeki kamışları besliyor. Kamışlar zamanla büyüyor. Bir gün oradan geçen bir çoban, rüzgârın kamışlarda çok hoş bir ses çıkarttığını fark ediyor. Kesip, belirli işlemlerden geçirip onu üflemeye başlıyor. Bir gün Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (SAV) ile Hazreti Ali (r.a) develeri ile oradan geçerken bu çobanın çaldığı kamışın sesini duyuyor. Efendimiz (SAV) devesini durduruyor. Hazreti Ali'ye (r.a) dönüp, "Ya Ali, sen benim sırlarımı birine mi anlattın?" diye soruyor. Efendimiz'in (SAV), "Bu kamış parçası kıyamete kadar benim sırlarımı taşıyacak, sadece kalbi açık olanlar duyabilecek." dediği de rivayet ediliyor. O yüzden Mevlana da Mesnevi'nin ilk beyitlerinde şöyle diyor: Sırrın uzak değil, yakın bir yerde ama onu duyacak göz, duyacak kulak nerede?
Bu hikaye aklıma düşünce evet dedim beni dinlendirecek olan , bir nebzede olsa ruhumun huzurunu artırabilmenin çabasıyla ben ney çalmalıyım , Görelim Mevla’m neyler neylerse güzel eyler dedik, o tarihlerde yolum , Hüseyin Akpınar Hoca ile kesişti, kendisinden ney dersi almak istediğimi söyledim , Benim gibi birçok öğrencisi vardı , Bir adet te ney aldım , huzuruna oturdum bende herkes gibi çalmaya çalışıyordum lakin 10-15 günün ardından çalamayacağımı anladım , bu iş benim gibi tez canlı insanların yapabileceği bir iş değildi, hatta Hüseyin hocama Ya hocam olmuyor galiba benim ki bir türlü o neyin verdiği sesi çıkaramıyorum dediğimde, evlat dedi bu sabır işidir, ben 20 senedir üflüyorum , hala çalabiliyorum diyemem.
Hüseyin hocam muazzam kişiliğine tanık olduğum, kendisini ne kadar anlatsakta eksik kalır, ayrı bir ruha ve ayrı bir bakış açısına sahip olduğunu sadece kendisi ile tanışmanızda anlarsınız. Tek cümle ile tasvir etsem şöyle tanımlayabilirim ancak, yolda yürürken bile yol ondan incinmez, öyle bir insan.
Neyse hoş bir vedalaşmadan sonra, ben tekrar yoluma, onlarda Ney ‘in sırrına ulaşmaya devam ettiler. Bu zaman zarfında hiç görüşmedik, hiçbir yerde de karşılaşmadık, Tevafuk bu ya geçenlerde, yakın arkadaşlarımdan olan Ahmet Ersöz Güftesi ve Bestesi kendisine ait olan bir parça icra etmişti. Telefondan paylaşınca çok hoşuma gitti. Defalarca dinledim. Sonra iyi bir eser ancak tebrik edilmeli diyerek kendisini arayıp tebrik etmek istedim. Telefonda görüştüğümüz zaman tebrik ettim, oda teşekkür edip şöyle devam etti, Hüseyin Akpınar hoca ile birlikte olduklarını haftanın Salı akşamları meşk yaptıklarını çok güzel bir ortam olduğunu, bir grupları olduğundan bahsetti, yeni kurmuşlar Adı Ruhavi Musiki cemiyeti, Neyzen var, tanbura çalan, kanun ve ud eşliğinde muazzam eserler icra ettiklerini söyledi, akabinde beni de davet etti. O vakit olduğunda bende davete icabet ettim, bahsettiğinden daha güzel bir ortam olduğuna şahitlik ettim. Yıllar sonra Hüseyin Hocamla tekrar hasbihal ettik ve benimde eşlik ettiğim birkaç eser söyledik. Bu eserlerden bir tanesi “Kanma Yürek Kanma”, Güftesi Geredeli Emin Efendi , Bestesi ise saygıdeğer Hüseyin Akpınar hocama ait Uşşak Makamına ait bir eser , daha sonra yine güftesi Geredeli Emin efendi, Bestesi Hüseyin Hocama ait olan “Oyun ile Oyalanma “ Huzi ilahi makamında olan parçasını icra ettik, daha ismini sayamadığım , bir çok arkadaşımız vardı musiki meclisinde, kimisi tanburu ile eşlik ediyor, kimisi, Ney üfleyerek huzurun gölgesine bırakıyordu, Bazen Kanun sesi şenlendiriyordu ortamı, Ud çalan arkadaşlar makamlara pek bir aşina olduğunu gösteriyordu.
Muhteşem bir akşamdı, sonrasında çaylar ikram edildi, güzelce yatsı ezanını dinledik. Sonrasında Namazımızı edat ettik akabinde yine birbirinden güzel makamlar çalındı. Kürdil hicazkar, Segâh, nihavend, uşşak, hüzzam, hicaz, hüseyni, buselik o gece sanki ete kemiğe bürünmüş bir halde adeta ortada semazenler gibi dönüyorlardı. Yıllar sonra huzurlu bir akşam yaşamıştım.
Ruhavi Musiki Cemiyetinin Kurucusu olan Saygıdeğer, Neyzen Hocam Prof. Dr. Hüseyin Akpınar başta olmak üzere, beni bu geceye davet eden kadirşinas kişilikli , nevi şahsına münhasır yakın arkadaşım Ahmet Ersöz Bey efendiye ve ismini hatırlayamadığım o ortamda bulunan gerek sesiyle gerekse elindeki musiki aletiyle musikileri icra eden tüm arkadaşlara şükranlarımı sunarım. Hayat bir gece, can bir nefes, Sloganımız Ruhumuzun nefessiz kalmaması için, musikiye nefes olan herkese Rabbim nefes nasip eylesin. Bir Daha ki yazımızda görüşmek buluşmak dileği ile hoşça kalın sağlıkla kalın…