Rivayetlere göre Hz. Adem, Eşi Hz. Havva ile birlikte hayatının bir evresinde gelip bu bölgede yerleşmiş ve ilk buğdayı Harran Ovası‟nda ekerek çiftçilik tarihini buradan başlatmıştır. Ünlü tarihçi Ebul Farac‟a göre Şanlıurfa, Nûh Tufanından sonra kurulan ilk şehirlerden biridir.
Geçmişten günümüze il genelinde yapılan arkeolojik araştırmalar, Urfa‟da 11500 yıl önce yerleşik bir hayatın olduğunu artık bilimsel olarak kanıtlamaktadır. Balıklıgöl‟ün yanı başında yapılan kazılarda ortaya çıkan ve Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi‟nde sergilenen Dünyanın en eski heykelinin ve yine Urfa‟ya 17 km mesafedeki Göbeklitepe‟de ortaya çıkan Dünyanın en eski tapınağının 11500 yıl öncesine ait olduğu bilim adamlarınca ifade edilmektedir.
Tespit edilebilen taşınmaz kültür varlıkları kapsamındaki eser sayısı ile Türkiye‟nin ilk üç-dört şehri arasında gösterilen Şanlıurfa, il genelinde yapılan 35 arkeolojik kazı sayısı ile “Türkiye‟de en çok arkeolojik kazı yapılan il” olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Bu bağlamda şehir merkezi ve iki ilçe merkezi kentsel sit alanı olarak ilan edilmiştir. Bu özelliklerinden dolayı Şanlıurfa, “Müze şehir” olarak anılır.
Şanlıurfa, çoktanrılı inançların yanı sıra birçok peygamberi bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş ve bu yüce insanlara ev sahipliği yapmış bir şehirdir.
Hz. İbrahim‟in (a.s.) doğduğu ve ateşe atıldığı, Hz. Eyyub‟un (a.s.) çile çektiği mağara ve türbesi, Hz. Elyesa‟nın (a.s.) türbesi, Hz. Şuayb‟ın (a.s.) şehri ve Hz. Lût (a.s.), Hz. İshak (a.s.), Hz. Yakûb (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. Musa (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)‟nın zaman zaman bu bölgelerde yaşaması ve Şanlıurfa ile olan bağları, bu tarihi şehrin “Peygamberler şehri” veya “Peygamberler Diyarı” adıyla anılmasına sebep olmuştur. Urfa tarihsel birikimi ile birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Din, dil, ırk, kültür ve medeniyetlerin buluştuğu, kaynaştığı bir hoşgörü şehridir.
Hz. İbrahim’in atalarıdır ilk kelamı eden bu şehre dair… ilk Tanrı Sin’dir burada kutsanan… Ona adanmış tapınakların duvarlarında yankılar… Yanık tenler gibidir yürekler… acıdır sesler… Türküler ağıtla bir, zılgıtlar nağmeler… Nemrut bile direnememiştir inancına bu kentin…
İslam'ın hilali kadar, Hz. Davut’un yıldızı ve Hz. İsa’nın bizim günahlarımız için döktüğü gözyaşları da iz bırakmıştır bu şehirde…
Edesa… bazen Ruha, bazen Urfa ama hep Edesa… ve dokunmak Peygamberliğin
atasına…
Değerli arkeolog Mesut Alp’in dizeleri ile başlıyorum Urfa’ya. Anadolu’yu onunla gezerek bizzat kendisinden dinleme şansına eriştiğim için çok mutluyum.
Gerçekten toprağın rengi, uçsuz bucaksız manzaraları, efsaneleri, hikayeleri, gelenekleri ile bambaşka bir coğrafyaya bambaşka bir kültür bambaşka bir diyar burası… Ne kavimler geçmiş, ne beylikler, ne devletler kurulmuş burada. Ne kanlar dökülmüş ele geçirmek veya bağımsızlık ilan etmek için.
Antik dünyada Mezopotamya, Arpa ülkelerinde El Cezire olarak bilinen bölgede, ilkçağlardan beri ticari ve askeri yolların geçtiği, din, dil, ırk ve kültürlerin kaynaştığı, Doğu ile Batı’nın köprüsü olmuş Urfa.
İlk kuruluşu kesin olarak bilinemese de ünlü Arap tarihçisi Ebul Faraç Şanlıurfa’yı, Nuh Tufanı’ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisi olarak addeder. Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa’nın burada yaşadığına inanıldığı için “Peygamberler Şehri” anılan Urfa’nın tarihi peygamber efsaneleri ile örülü. En önemlisi ve güzeli bizim Balıklı Göl diye bildiğimiz Halil-ür Rahman gölünün hikayesi.
Çok güçlü ancak gaddar bir hükümdar olan Kral Nemrut, zulümleri ile meşhurmuş. Krala çocuklarının hükümdarlığını ele geçireceği kehanet söylenince, hükümdarlığını kaybetme korkusu ile tüm çocuklarını öldürtmüş.
Ancak hanımı Sara’nın kaçarak bir mağarada Hz. İbrahim'i gizlice doğurmuş. İbrahim’in büyüdüğünde Kral Nemrut ile karşılaşmış, ve baba-oğul olduklarından habersiz bir şekilde Nemrut'un çok sevdiği, saydığı sağ kolu haline gelmiş. Hatta kaleye yerleşmiş.
Ancak İbrahim, Nemrut’un taptığı putlara karşı çıkıp mücadele etmeye kalkınca, Nemrut’un gazabından kurtulamamış. Nemrut bir tepeye mancınık olarak kullanmak üzere iki taş sütün diktirmiş, aşağıda ise Hz. İbrahim'i yakmak için etraftaki tüm ağaçları kestirip dev bir ateş yaktırmış. Hz İbrahim’i sütunların arasındaki mancınığa gerip ateşe fırlattıklarında ise bir mucize gerçekleşir. Ateş suya, odunlar da balığa dönüşmüş.
Halil-ür Rahman gölünün kutsallığı Hz İbrahim’in şifasını taşıdığına inanılmasından geliyor. Ve Müslümanlar için önemli bir Hac rotası.
Gerçekten de her daim kalabalık olmasına rağmen Balıklı Gölün huzurlu ve kutsal bir havası var. Suyun rengi, sakinliği, etrafındaki sarı taştan tarihi mimari çok güzel. Belki Hz İbrahim’den belki de oraya akın akın gelenlerin iyi niyetleri, duaları, adakları ve dileklerinin buluşma noktası olmasından.
Ufacık göletin etrafı genelde tepeleme insan dolu, göldeki balıkların şifa gücü olduğuna inanan ve ellerini suya sokanlar, balıkları besleyerek kocaman ağızlarını açan balıkların havalara zıplamasına şaşıranlar, ellerini açıp dualarını edenler, gölün etrafında fotoğraf çektirenler… İğne atsanız yere düşmez bir kalabalık ile tam bir cümbüş. Eğer raha rahat görmek ve fotoğraf çekmek istiyorsanız sabah erken saatte gitmenizi tavsiye ederim.
Halil-ür Rahman Gölü (Balıklı Göl)nün hemen yanı başındaki Halil-ür Rahman Camii 1211 yılında Salahaddin Eyyubi’nin yeğeni yaptırmış. Hala ayakta olan camii tüm görkemi ile dimdik ayakta durarak zamanın acımasızlığına meydan okuyor adeta.
Halil-Ür Rahman’ın hemen arkasında ise Ayn Zeliha gölü var. Etrafında suya eğilmiş söğütler, mor salkımlar, asırlık çınarlar, gölgelerinde çay bahçeleri ile halkın serinlemek ve dinlenmek için geldiği bir alan.
Tanrı’nın sabır ve tevekkülünü denemek için Hz. Eyyub’a çile çektirdiği mağara ile Hz. İbrahim’in ateşe atılmadan önce aç susuz hapsedildiği mağara da Şanlıurfa’da. Yine efsaneye göre İbrahim acıkıp susayınca mağaranın içinden bir tatlı su akmaya başlamış, ve İbrahim bu su sayesinde yaşamını sürdürebilmiş. Dergah adı ile bilinen bu mağara suyunun şifasına inanıldığı için önemli bir başka Hac durağı.
Şanlıurfa’nın peygamber hikayeleri hiç bitmiyor. Ölüm döşeğinde yatan Urfa beylerinden bir tanesi elçilerini gönderip Hz İsa’nın kentine gelmesini, kendisi ve halkını kutsamasını diler. Hz İsa kendisi gidemez ancak yüzüne sürdüğü bir mendili gönderir elçiler ile. Mucizevi bir şekilde İsa’nın yüzünün tasviri çıkmıştır mendile.
Elçiler bu mucizeyi kente yetiştirmek için hiç durmadan yol alırlar, ancak su içmek için verdikleri bir mola sırasında mendili kuyuya düşürürler.
Bu seferde İsa’nın görüntüsü suyun üzerinde belirir. Mendilin kerametini kaybetmediğine inanarak güçlükle kuyudan çıkartır elçiler ve Urfa Bey’ine yetiştirirler. Mendili yüzüne süren Urfa Bey’i ayağa kalkar.
Bölge farklı kavimler tarafından yönetilir ancak kutsal sayılan bu mendil hep korunur. 10. Yüzyılda bu topraklara Müslümanlar hakim olduğunda, 200 Müslüman esiri karşılığında Bizanslılara verilir bu kutsal mendil. Yıllar boyu süren savaşlar derken mendilin akıbeti bilinmez artık.
Ancak İsa’nın yüzünün görüntüsünü yansıtan kuyu Hıristiyanlar için hala kutsal sayılır, ve her yıl İsa’nın doğum günü sayılan günde geceden kuyunun başına gidip adaklar adar dualar eder Hıristiyanlar.
Yani Urfa sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de kutsal sayılıyor.
Savaşlara şahit olsa da kavimlerin, dinlerin, dinlerin kesişim noktası olarak birleştirici bir gücü de var. Doğu’dan batıya taşınan birçok inanış ve bilginin de kaynağı Urfa.
Haçlı Ordularının Kudüs yolu üzerinde olan Urfa’da 12.yy’da bir Haçlı Kontluğu kurulmuş. Ve ordular buralarda geçirdikleri vakitlerde öğrendiği bilgi, gelenek ve inanışları dönüşlerinde Avrupa’ya taşımışlar.
Peygamber efsanelerinin hepsinin şifa, sabır ve tevekkül ile ilgili olması da enteresan. Urfa’nın şifa gücü ve huzuru ile insanın ruhuna iyi geldiğine inanılıyor. Ve gerçekten de içinizi sakin bir huzur kaplıyor Urfa’da.
Urfa şehrini yukarıdan izleyen tepede mutlaka iki adet dev sütün gözünüze çarpacak. 17.5 metre yüksekliğinde çapları 4 metreyi bulan bu sütunlar Roma devrinde, Osrene Krallığı döneminde dikilmiş.
Birisinin üzerinde ‘Ben Güneşin oğlu Eftuha, bu sütün ile heykeli Mano’nun kızı Şelmet için yaptırdım’ yazar.
Tabii ki bu sütunlar için efsaneler de bitmiyor; Hz. İbrahim’in ateşe fırlatılması için dikilen sutünlar oldukları, Hz İsa’nın mendilinin düştüğü kuyu anısına mendil ve kuyuyu temsilen Hıristiyanlığın ilk döneminde dikildikleri, birinin temelinde sonsuz altın diğerinde ise bitmeyen su adağı gömütleri olduğu, biri yıkılırsa Urfa’nın altına diğeri yıkılırda da suya gömüleceği söylenir.
Kim bilir hangisi doğru?