Zulüm denilince elbette herkesin dikkatini çeken, bir şekilde ilgilendiren bir eylem veya söylem olarak akla gelir ve düşündürür. Sadece zulme uğrayanlar değil zalimler de mazlumlar kadar, hatta bazen daha fazla zulmün etki, tepki alanı olan dünyevi ve uhrevi neticeleri bakımından ciddi alakadar olurlar.
Bize göre herhangi bir konuda Rabbül âlemin bir açık hükmü beyan buyurarak ortaya koymuş ise, kulun görevi onu anlamak, anlatmak, şerh ve izah ederek yaymaya çalışmaktır.
Zulüm ile ilgili kelime ve kavramları da bu nokta-ı nazarla mütalaa ettiğimizde hakikatleri daha öz ve kısa yoldan anlama imkânına sahip oluruz.
Mesela Yüce Rabbimiz “Binasını Allah korkusu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine göçüp giden mi? Allah zalimler sürüsünü doğruya yöneltmez.” [1]
Yüce Yaradan İnsanoğluna herkesin kendi dili, kimliği, kültürü ve seviyesiyle hakkı ve adaleti anlasınlar ve uygulasınlar diye elçiler, kanun ve nizamlar, yasalar, emir ve yasaklar gönderdiği halde, “Biz her millete bir peygamber gönderdik. O da “Allah’a ibadet edin, tağuttan uzak durun!” dedi. Sonra onlardan bir kısmına Allah hidayet nasip etti, bir kısmı hakkında da sapacaklarına dair hüküm kesinleşti. İşte gezin dolaşın dünyayı da peygamberleri yalancı sayanların akıbetlerinin ne olduğunu görün!” [ 2 ]
İşte yukarda görüldüğü gibi Cenabı Hak böylece zulüm üzere bilerek ve dileyerek ittifak eden cehennem müşterilerini hak etmedikleri Cennete yönlendirmez. Bu açıdan bakıldığı zaman tarih boyunca insanlar doğru ile eğriyi, daha başka bir ifade şekli ile hak ile batıl arasında gidip gelerek dolaşmışlardır.
İnsanların bir kısmı Allah'(cc)ın kendilerine zikrettiğini dilleri ile ikrar, kalp, ruh ve bedenleri ile tasdik ederek kabul edip, gereği gibi yaşayarak her alanda ona uyarak doğruya, hakka uymuşlar; “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” [3]
Maalesef bazıları bu kutsal yaradılış gayelerinin gereğini ve ilahi kast ve maksadı yerine getirmekten kaçınıp, şeytani bir tarz ve metotla dünyaya geliş özgünlüklerinden kendilerini sıyırmaya çalışarak, yani bidaları ve batılı seçerek zulüm yolu denilen şeytani iz ve izlenimlere yönelmişler, kendilerine ve başkalarına emir olundukları dışında, farklı bazı tekliflerde bulunarak bu dünyada hakikatten yoksun olan butlanı, hatta yok olanı, belki de yaşamları boyunca hiç bir açıdan lazım olmayan, tamamen gereksizi seçmişlerdir.
Konumuzu kısaca özetlemeye çalışırsak; insanların hayat biçimlerini ve yaşama tarzlarını iki ana esasa göre değerlendirmek mümkündür; hak ve batıl.
Biz, bu önemli araştırmamızda gerek sözlük bakımından kavramsal olarak, gerek Kur'an ilahi olan vahyi terminolojisi açısından 'batıl' sözcüğü yerine, aynı anlamda kullanılan “zulüm” kelimesini işleyeceğiz.
Böylesi bir vaziyette: insanların hayat tarzlarını, kültürel biçimlerini, yaşayış şekillerini yine iki ayrı tarz ile değerlendirmek mümkün olduğunu göreceğiz; “Hak” ve onun tam karşıtı olan “Zulüm”.
Biz bu incelememizde Kur'an'nın zulüm ile ilgili terminolojik kavram ve ifadelerini bir araştırma, derleme, yorumlama niteliğinde vermeye gayret edeceğiz ve yine “Zulüm” kelimesiyle aynı kökten gelen “zulmet” kavramı üzerinde durmaya dikkat edeceğiz.[4]
20.04.2018 M.Kemal UĞUZLU
KAYNAKÇA
1- Tevbe: 9/109
2- Nahl, 16/36
3- Zariyat, 51/56
4- Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 7-8.’den faydalanılmıştır.