Yüce Rabbimiz (c.c), Tevbe Sûresi 32-33. ayetlerinde sürekli olarak rahmete, merhamete, hidayete muhtaç olan biz kullarına meâlen şöyle buyuruyor:
"-Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (güyâ) söndürmek istiyorlar; hâlbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nûrunu tamamlamak ister." (Tevbe Sûresi ayet, 32)
"-Müşrikler hoşlanmasa da, onu (İslâm’ı) dinlerin hepsine üstün kılmak için, Resûlünü hidâyet ve hak dîn ile gönderen O’dur. (Tevbe Sûresi ayet, 33 )
“Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev‘-i beşerin (bütün insanlığın) dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah! Hakīkat-i İslâmiye’nin güneşi ile, sulh-ı umûmî dâiresinde (umûmî bir huzur, barış ve kalıcı bir güven içinde) hakīkī medeniyeti görmekliği, rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz!” (Mektûbât, Hutbe-i Şâmiye, 410)
Bilhassa Müslüman görünümlü münafıkların Kuran ayetlerini ve Resulullahın Sünnet-i seniyesi ve hadisi şeriflerini maksat ve mahiyetlerine aykırı olarak, nefsani arzularına göre yorumlayarak, İslâm Dîni’ni bozmaya, muharref hale getirerek yaşanmaz kılmaya çalışan bir kısım ehl-i bidata karşı verilen cevablar için Bediüzzamanın; (Mektûbât, 29. Mektûb, 283-293) anlatımlarına bakınız!
Ve o mübarek zat şöyle diyor: “(Bu âyet-i kerîme) kemâl-i kat‘iyetle (kesinlikle) ihbâr ediyor (haber veriyor) ki: ‘Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak (üstün gelecek).’ Hâlbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan nasârâ (hristiyanlık) ve yahudi ve mecûsî (ateşperest) dinleri ve Roma, Çin ve Îrân hükûmeti gibi yüzer milyon tebaaları bulunan cihangîr (dünyaya hükmeden) devletlerin edyân-ı resmîleri (resmî dinleri) iken, kendi küçük kabîlesine karşı tam galebe edememiş bir vaziyette olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği dîni, umum dinlere gālib ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbâr ediyor. Hem gāyet vuzuh ve kat‘iyetle (açık ve kesin) ihbâr ediyor. İstikbâl, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhît-i Şarkī’den (Büyük Okyanus’tan) Bahr-i Muhît-i Garbî’ye (Atlas Okyanusu’na) kadar İslâm (şeriatı adalet ve barış) kılıncının uzamasıyla tasdîk etmiştir.” (Lem‘alar, 7. Lem‘a, 25)
Bir kez daha ayetin zahiri ve deruni manasını tefekkür ederek düşünürsek: "Onlar (şeytani, nefsani gayeler peşinde, beşeri ideolojiler üzre bireysel ve toplumsal örgütler, dernekler, vakıflar, cemaatler, şirketler, devletler ve birleşmiş milletlert kurarak sözleşen eş-ortak müşrikler...) ağızlarıyla Allah'ın Nuru/Şeriatini, (adaleti ile olan hakimiyetini) kaldırmak isterler.Oysa kâfirler/zalimler/münafıklar... hoşlanmasalar (tüm imkanları ile karşı çıksalar) da Allah, Nurunu/Hükmünü tamamlamaktan/gerçekleştirmekten başka bir şeye razı olmaz!" (Tövbe,9/32)
Ve yine Rabbimiz(cc)in apaçı fermanıyla: "Onlar ağızlarıyla (Meclis, kilise, havra, mescit, konferans, miting, radyo, televizyon, basın yayın ve sanal ortamda cerbezeli, cazib sözleriyle...) Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler (tüm güç ve kuvvetlerini toplayarak, bütün plan ve proğramlarını birleştirerek karşı çıkıp) istemeseler de Allah Nurunu/Şeriatini/adil hükmünü tamamlayacaktır." (Saf, 61/8 ) Allah'(cc)a şükürler olsun ki biz bu iman ve amel üzereyiz.