İnsanlık tarihi, bir çok gelişmenin kümülatif bir şekilde birbirini takip etmesi neticesinde günümüz bilgi çağına ulaşmıştır. Bu süreçte yaşanan gelişme ve devrimlerin içinde bana göre en önemlisi 'devlet' olgusunun ortaya çıkışıdır. Antropolojik açıdan baktığımızda Devlet dediğimiz mekanizma günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçişle paralel olarak hayatımıza girdiği kabul edilir.
Devlet'in ortaya çıkmasındaki ana fikir insana/topluma bir düzen eşliğinde fayda sağlamaktır. İnsan sosyal bir varlıktır. Bu sosyal varlığın hayatını belirli kurallar ve düzen çerçevesinde ilerletmesi gerekmektedir. Bunun içinse görünmeyen tüzel bir kişiye ihtiyaç vardır. Tam da bu noktada devlet 'ben buradayım' der. Sonuç olarak devletin insan eliyle ortaya çıkan insana fayda sağlamak amacıyla var olduğu konusunda hemen herkes hemfikirdir diye tahmin ediyorum. Yıllar yılı nice büyük devletler farklı yönetim biçimleriyle var olup, hükümranlık sürüp sonrasında tarihte almaları gereken yeri almışlardır. Sosyoloji eğitimi aldığım süre boyunca hep 'devlet' ve 'siyaset' konuları ilgimi çekmiştir. En çok kafamı kurcalayan konu ise 'devlete güvenmek' konusunun karışıklığıdır. Özellikle bunun coğrafi ve kültürel kodlarla olan ilişkisi beni hep irdelemeye itmiştir.
Lisans eğitimimi bitirip Güneydoğu’nun henüz gelişmekte olan bir kentine memleketime dönüş yapalı iki yılı geçti. Bu süre zarfında daha önceden normalmiş gibi gördüğüm çoğu şeyi tekrar sorgulama, sebeplerini irdeleme ve kendimce anlamlandırma gibi belki de beyhude bir amaç barındıran bir zihin altyapısıyla kafayı yememek şartıyla birçok memleket sorununu gözlemledim. Memleketimin genel olarak toplum yapısı, feodaliteyle bağını koparamamış, etnik kökenden ziyade kentlilik ve köylülük kimlikleri arasında kalmış bireylerden oluşan kocaman bir habitustan ibaret. Ama bu öyle bir habitus ki değişime elverişsiz, sorgulamadan olabildiğince uzak, geleneklere sıkı bağlı ama bir o kadar da kapitalist sistemin getirilerine entegre olabilen, siyasi olarak her zaman muhafazakarlık ön planda olsa da aslında iktidarın yani güçlünün yanında olan bir toplumsal sisteme sahip tam bir Ortadoğu kenti. Ve tabiki söylemeden olmaz fazlasıyla devletçi ve vatansever! İşte tam olarak bu nokta benim aklımı kurcalamak için yetiyor. 'Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin' cümlesi veya bu minvaldeki cümleler hemşerilerimin dilinden hiç düşmez. Hiçbir zaman devlete/hükümete ( devlet ve hükümet ayrımı yok, bu ayrı bir yazı konusu) toz kondurulmaz.
Devlet her şeyi bilir. Her şeyin en doğrusunu yapar. Ne var ki öte yandan devlete karşı kendilerinin bile farkında olmadığı bir güvensizlik de pratiklerde mevcuttur. Bu konuya geri döneceğiz. Öncelikle bu coğrafya ahlaki öğretilerini dini esaslara dayalı olarak hayata geçirmektedir. Yani herhangi bir evrensel etik değer bu coğrafyada baz alınmaz. Eylemler genellikle dine uygunluk veya uygun olmama şeklinde yorumlanır. Bu eşsiz mistik yapıya ve bir o kadarda miskin kültüre sahip olan kentimizdeki nerdeyse tüm yerel kurumlarda yolsuzluk, usulsüzlük ve liyakatsizliğin fazlasıyla görüldüğü/bilindiğine rağmen bir o kadarda devleti ve dolayısıyla devletin kurumlarını kutsayan bu toplumsal yapı çözülmeyi bekleyen koca bir paradoks halinde. Çok enteresan bir paradokstur bu; belediye başkanları ve milletvekilleri eski dönemin aşiret ağalarının eğitim görmüş çocuklarından veya üst tabakaya ait insanlardan oluşur. Bir anlamda demokrasi yerel anlamda oligarşiye dönüşmüş diyebiliriz. Başa gelen her belediye başkanı mutlaka belediyeye ve ona bağlı olan kurumlara kendi aşiretinin gençlerini eğitim durumlarını gözetmeksizin yerleştirir. O süre zarfında belki de irili ufaklı yüzlerce yolsuzluk yapılır. Usulsüzlükler geleneksel olarak kılıfına uydurulur. Sonuç olarak halktan alınan vergilerden oluşan belediye bütçeleri kaldırım taşlarında, ihalelerde ve daha sayamadığım paravanlarda kaybolur. Bu yıllardır bu şekilde gelip gitmiştir. Aslında bu durum sadece memleketim için değil birçok kent için geçerlidir. Burada esas enteresan olan şey ise halkın bunların fazlasıyla farkında olmasıdır. Yani hemşehrilerim biliyor ama bunun için herhangi bir tepki vermiyor. Binlerce liralık yolsuzluk muhabbetleri kahvehane köşelerinde sıradan konular olmuş durumda. 'Torpil'siz İŞKUR’un geçici işlerine bile girilemiyor. Bazen düşünüyorum da biz hep mi böyleydik. Yoksa sonradan mı bize bireyler oldu diye.. Ama hayır, hep öyleymiş ben yeni fark ettim. Genlerimizdeki feodalizm bitmedi ki sadece şalvarı bırakıp kravat taktı. Kerpiç evlerden de apartman dairelerine terfi etti. Ama hiç bitmedi, hep yeniledi kendini.. Çünkü toplum buna izin vermedi...
Devamı gelecek…