Seltzer, intikam ile adalet arasında 5 temel fark var olduğunun altını çiziyor.
Öncelikle intikam duygusal, adalet ise rasyonel bir temele dayanır.
Bu hayatın iptidai düzeyde duygular etrafında şekillendiği köy yerlerinde kan davalarının; medenileşmenin (kent kültürü) olduğu ölçüde ise hukuk davalarının sayısal olarak artmasını açıklayan şeydir. İntikam, negatif duyguların yönlendirdiği bir acı çektirme, en üst formunda ise kan dökme isteğidir.
İntikam bir tarafın bir anlık da olsa tatminini hedefler, adalet ise tarafsızdır.Mantıksal, ahlaki ve hukuksal tanımlarıyla bir sosyal sözleşmeyi koruma ve toplumsal güven ortamını ila-nihaye tesis etme ameliyesidir.Şiddet ve acı çektirme ile sosyal adalet sağlanmaz aksine sosyal adaletin var olma şansı da öldürülür.
İkincisi, intikam insanın doğal içgüdülerinden beslenir. Adalet ise eğitim, terbiye ve uygarlaşma ile ulaşılan kişilik üstü sosyal ve hukuksal bir düzeydir.Yani intikam ilkel bir davranıştır. En eğitimsiz insanın da yöneleceği bir arayıştır. Francis Bacon, ‘’İntikam iptidai bir adalet arayışıdır. İnsanın doğası, eyleminde ne kadar yönlendirici ise adalet de o kadar azdır’’ derken bu gerçeğe dikkat çekiyor.
Adalet ise, Eleanor Roosevelt’in deyişi ile sadece tek bir tarafın değil her iki tarafın da haklarını her zaman gözetir. İntikam, kan lekesini kanla yıkayarak temizlemek gibidir.
Ünlü İran atasözünün söylediği gibi kan kan ile temizlenmez. Kan, adalet suyu ile temizlenir.
Üçüncü fark, intikam içindeki kini giderme arayışı iken adalet bir hukuk arayışıdır. Aşırı kinlenmek, ahlakı yok eden, sahibini yozlaştıran bir şeydir ve intikamcıyı, intikam alacağı orijinal saldırganın düzeyine indirger.
Etik mantığının sayısız kez doğruluğu test edilmiş ünlü formülasyonundaki gibi, ‘iki yanlıştan bir doğru çıkmaz’.Birinin onurunu aşırı şekilde kırmak, nihayetinde onur kıranın onurunu daha çok kırar. Herkesin saygı duyduğu bir adalet mekanizması ise, bu döngüden herkesin onurlu, hakkına düşenle ve erdemli şekilde çıkma fırsatı sunarak uzun vadede bir topluma uygarlığı zerk eder. Adalet kin gütmez.Adaletin, saldırganın kanının döküldüğünü, acı çektiğini, sefil bir hale düştüğünü görmek gibi bir amacı olamaz. Suç fiilinden önce meşru şekilde kabul edilmiş, sıradan vatandaştan devlet yöneticisine kadar herkesin uymakla yükümlü olduğu, açık ve müesses hukuk mevzuatına göre hareket eder. Mağdurun adalet diyeceği duruma göre ceza uyduramaz.Suç tanımı somuttur, evrenseldir ve fiilden çok önce ve o fiilden bağımsız olarak yürürlüğe girmiştir. Mağdurun kimliğine göre az ya da fazla uygulanması söz konusu olamaz. Bunlar olmadığında yapılan şey, mahkemeler eliyle bile olsa, adalet maskeli ilkel bir intikam eylemidir.Kan davası kültürüdür.
Yine, James Mace’ın da dediği gibi, ‘’adalet arayışı asil ve iyi bir davranıştır.Nefretle intikam arayışı ise insan ruhunu bir çırpıda tüketen bir şeydir’’.Aşırı beslenmiş intikam arzusu insanın, her türlü moral ve etik değerin dışına çıkmasının meşru olduğu duygusunu besler.Muhammed Ali’nin, ”ben intikamcı olmayana saygı duymam, köpeğimi öldüren kedisini saklasın” sözü, bu yozlaştırma potansiyelinin ünlü ifadelerinden biridir.İntikam duygusunun, masum bir kediyi öldürmeyi nasıl meşrulaştıracağını göstermesi açısından ibretliktir. Yine intikamcı toplumlarda ve kan davalarında yağma ve yolsuzluğun da sıkça görülmesi bundandır. Bir intikam sonucunda güç tesis eden, her şeyi ganimet olarak görür. Lübnan’da rehine krizi sırasında 5 yıl rehine kalan İngiliz gazeteci John McCarthy’nin de belirttiği gibi, ‘’insanlık tarihi boyunca intikam arzusu ile yağma arzusu hep yan yana gitmiştir’’. İlkel toplumlarda intikam fırsatı bulan, intikam aldığının malını mülkünü ve hatta kadınlarını çocuklarını da yağmalama hakkı görür kendinde.
Leon Seltzer’in tespit ettiği dördüncü fark ise yukarıda sosyal araştırmaların da vurguladığı gibi intikamın bir kısır döngü yaratmasıdır.Bir Alman atasözünün söylediği gibi, ”intikamın intikamı çok sürmez”.Konfüçyüs de bütün bilgeliğiyle muhtemelen bu yüzden, ”intikam hazırlığı yapan bir değil iki mezar kazsın” diyecekti.Gandhi’nin ünlü tespitinde olduğu gibi, göze göz bir noktada durmazsa dünyadaki herkes kör olur.Adalet ise, yaşanan olumsuzluğu onurlu bir şekilde aşarak hayata, yeni bir aşamada ve yeni bir sözleşmede devam fırsatı sunar.
Seltzer’in kaydettiği beşinci fark ise intikamın saldırı, adaletin ise denge kurma eylemi olmasıdır.İntikam sabırsız ve kör olduğu için, doğruyu yanlışı ayırt etmez.Bu nedenle de orantısız olması, saldırının suçu işleyenin de ötesine taşması kaçınılmazdır.İntikamcıyı, kendisine yapılanın aynısını yapmak da tatmin etmez.
Çok daha fazlasını yapmak ister.İntikam eylemini, adalet olmaktan çıkaran potansiyel de budur. Örneğin bizi aşağılayan birine aynı aşağılamayla karşılık vermek bizi rahatlatmaz. İçgüdülerimiz, çok daha can yakacağını düşündüğümüz aşağılamalar arar.
İşte bundan dolayı, bir suçu somut olarak sadece işleyen kişinin yine suça katkısı oranında cezalandırılabileceğini, ailesinin, akrabalarının, aynı kimliği paylaştıklarının kolektif şekilde suçlu görülemeyeceğini ifade eden suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi; Yine, suçsuz birini cezalandırmamayı suçlu birini cezalandırmaya önceleyen ‘şüpheden sanığın yararlanması ilkesi’nin medeniyetin ve insanlığın gelişmesiyle, ilkellik ve barbarlığın aşılmasıyla hukuk sistemlerine girmesi tesadüf değildir. ‘İntikam’ güdüsünün terbiye görmediği barbar ve ilkel toplumlarda, soyut suçlamalar üzerinden kitleler kolayca soykırıma tabi tutulabiliyor, kolektif cezalandırma yapılabiliyor ya da kişi suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar cezalandırılabiliyorlar. Bu tür toplumlarda gücü her ele geçiren bunu bir intikam gerekçesine ve fırsatına dönüşüyor ve yaşam on yıllarca yüzyıllarca bir intikamlar döngüsünün karanlığına hapsolabiliyor.
Karşılıklı intikamlar döngüsüne hapsolmuş toplumlar, uygar bir toplum olarak varolma şansını yitirir. Sürekli karanlık üreten bu döngüden kurtulup uygarlık kapısından geçmenin ilk şartı adaletin ve evrensel hukukun, hem mafyatik olmayan gerçek bir devletin ve hem de uygar bir toplumun tek temeli olduğu gerçeğine bir an önce uyanmaktır.