1445'te Alman şehri Mainz'de Johannes Gutenberg iktisat tarihini derinden etkileyecek bir yeniliği açıkladı; hareketli hurufata dayalı bir matbaa makinesi. O zamana kadar kitaplar ya katipler tarafından elde kopya edilmek – ki bu son derece yavaş ve zahmetli bir işti – ya da bunların her bir sayfası belirli özelliklere sahip tahta kalıplara basılmak zorundaydı.
Kitaplar son derece nadir ve çok pahalıydı. Fakat Gutenberg'in icadından sonra bu durum değişmeye başladı. Kitaplar basıldı ve daha ulaşılır hale geldi. Bu yenilik olmasaydı okuryazarlığın ve eğitimin kitlesel boyutta yaygınlaşması imkansızdı.
Batı Avrupa'da matbaa makinesinin önemi hemen fark edildi. Sınırın ötesinde, Fransa'nın Strazburg şehrinde daha 1460'da bir baskı makinesi kurulmuştu bile. 1460 sonlarına gelindiğinde önce Roma ve Venedik'teki, ardından Floransa, Milano ve Torino'daki baskı makineleriyle bu teknoloji İtalya'ya yayılmıştı. 1476'ya gelindiğinde William Caxton Londra'da bir baskı makinesi kurdu. İki yıl sonra Oxford'da da bir tane vardı. Matbaa aynı dönemde Benelüks ülkeleri üzerinden İspanya'ya, hatta 1473'te Budapeşte'de ve bir yıl sonra Krakow'da açılan matbaalarla Doğu Avrupa'ya yayıldı.
Ancak herkes matbaayı cazip bir yenilik olarak görmüyordu. Osmanlı Sultanı 2. Bayezid, daha 1485'te çıkardığı bir fermanla Müslümanlara Arapça baskı yapmasını açıkça yasakladı. Bu kural 1515'te Sultan 1. Selim tarafından tekrarlandı. 1727'ye kadar Osmanlı topraklarında matbaaya müsaade edilmedi. Daha sonra Sultan 3. Ahmed, İbrahim Müteferrika'ya bir matbaa kurması için izin veren bir kararname çıkardı. Bu gecikmiş adıma bile kısıtlamalar getirilmişti. Kararname “Bu hayırlı günde bu Batılı usul, tıpkı bir gelinin duvağını kaldırır gibi gün yüzüne çıkarılacak ve bir daha asla saklanmayacaktır ” dese de Müteferrika'nın matbaası sıkı bir biçimde izlenecekti. Kararname şöyle diyordu:
Kitapları tahsis için, hakiki ulema ve müdekkik fazıllardan, şer'i ilimlerde ve yüksek fenlerde ehilleri tam olan Müslüman faziletli kadılardan eski İstanbul kadısı Mevlana Es'ad (faziletleri ziyade olsun) ve büyük şeyhlerden olup, hakiki alimlerin önde geleni Kasımpaşa mevlevihanesi şeyhi Musa (ilmi ziyade olsun) me'mur ve tayin olunmuşlardır.
Müteferrika'ya matbaa kurması için izin verilmişti fakat ne basarsa bassın, din ve hukuk alimlerinden, yani kadılardan oluşan üç kişilik bir heyet tarafından incelenecekti. Belki de matbaa makineleri daha yaygın olsaydı diğer herkes gibi kadıların ilim ve irfanları da ziyade olacaktı. Fakat öyle olmadı, matbaa kurması için Müteferrika'ya izin verildikten sonra bile.
Beklenebileceği gibi, sonuçta Müteferrika çok az kitap basabildi; matbaanın faaliyet geçtiği 1729'dan Müteferrika'nın çalışmayı bıraktığı 1743'e kadar yalnızca 17 adet kitap. Ailesi geleneği sürdürmeye çalışsa da 1797'de pes edinceye kadar yalnızca yedi kitap daha basabildiler. Osmanlı İmparatorluğu'nun Türkiye'deki merkezinin dışında matbaacılık daha da geri kaldı. Örneğin Mısır'da ilk matbaa makinesi ancak 1798'de, Napoleon Bonaparte'ın ülkeyi ele geçirmeye yönelik başarısız girişiminin parçası olan Fransızlar tarafından kurulabildi. 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda kitap üretimi esasen mevcut kitapların elde kopyalarını çıkaran katiplerin üstlendiği bir işti. 18. Yüzyıl başlarında İstanbul'da böyle 80 bin katibin faaliyet gösterdiği sanılmaktadır.
Matbaa makinesine gösterilen bir muhalefet okuryazarlık, eğitim ve ekonomik başarı için aşikar sonuçlar doğurdu. 1800'de İngiltere'de yetişkin erkeklerin yüzde 60'ı ve kadınların yüzde 40'ı okuryazarken Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yurttaşların muhtemelen yalnızca yüzde 2 ya da 3'ü okuryazardı. Hollanda ve Almanya'daki okuryazarlık oranları daha da yüksekti. Osmanlı toprakları bu dönemdeki eğitimsel düzeyinin son derece düşük olması yüzünden, tıpkı nüfusunun yalnızca yaklaşık yüzde 20'si okuma yazma bilen Portekiz gibi, Avrupa ülkelerinin çok gerisinde kaldı.
Osmanlı kurumlarının son derece mutlakıyetçi ve sömürücü olduğu göz önünde bulundurulduğunda, sultanın matbaaya gösterdiği düşmanca tutumu anlamak zor değildir. Kitaplar fikirlerin yayılmasına sebep olur ve böylece nüfusu kontrol altında tutmak güçleşir. Bu fikirlerin bazıları yıkıcı olabilir ve mevcut siyasal ve sosyal durum için tehdit oluşturabilir.
Ayrıca, kitaplar okuma yazma öğrenen herkes için bilgiyi ulaşılır hale getirdiğinden şifahi bilgiyi kontrol edenlerin iktidarını da sarsabilir. Bu da elitlerin kontrolündeki statüko için tehdit oluşturur.
Osmanlı sultanları ve din kurumları ortaya çıkabilecek yaratıcı yıkımdan korktular. Getirdikleri çözüm ise matbaayı yasaklamak oldu.
Matbaayı sözde yasaklayan fermanı görmek istesek gösterebilecek misiniz? Hayır, çünkü öyle bir ferman yok. Osmanlı tarihi önyargılı Batılı kaynaklardan anlatılmaz.
Bağnazlıktan, taassubdan dolayı engellemiş olsa neden 1493 yılında yani gutenbergden 40 yıl sonra İstanbul'da yahudilerin ve sonrasında ermeni ve rumların matbaa kurmasına izin vermiş olsun. O dönemin şartları, toplumsal, kültürel, ve ekonomik yapısı içinde değerlendirilse daha gerçekci ve objektif olur. Bizde o dönem için gelişmiş ve meslekleşmiş bir hattatlık ve müstensihler sınıfı varkenve ihtiyaca cevap verirken birden bunların ortadan kaldırılması olumsuz sonuçlar doğurabilirdi.
Tarihi yargilamak hic bir zaman kolay olmayacaktir,gutenberg 1444 yilinda matbaayi icat etmisti,bazi Avrupa ulkelerine bu icatin intikal etmesi 40 yil surdu,acaba osmanli ile bati arasinda kulturel anlasmalar var miydi?Almanyada osmanli sefiri var miydi,1532de sultan suleyman almanya seferini gerceklesiyordu,islam ile bati arasindaki iliski hep gergindi,avrupalilar hep hacli seferleri gutuyorlardi.Istanbulda 17.yuzyilda 80 bin kisi kitap neshi islerinde calisiyorsa ,o zan bilime veren ehemmiyet coktu,acaba nesih islerinde calisanlarin matbaanin kurulmasina karsi ciktilar mi?.
Devletinden izin alarak baskı yapan maatbaa neden yasaklanırki haddini aşarsan kapatırlar değilmi sonuçta birbirinizin açığını herkese dökerseniz böyle olur lakin bütün bunların sorumlusu kürtlerdir parası çok nede olsa parayı veren düdüğü çalar bedava çalışmıyor ya
osmanlının sömürücü olduğunu söylemek cahillikdir.
Yok ruslar sömürür,abd sömürür,fransa sömürür osmanlı hayır yapmak için fetih eder.1 gecede arapları cahil bırakıp,500 sene boyunca arap topraklarına bir çivi çakmaya,mişşeti sefalet ve cehalet içinde bırakan,islamın geri kalmasının direkt sorumlusu olan,islam devletlerini yıkıp fakir halkı ağır vergi altında bırakan,mısır devletine yok olacakken hristiyan ruslardan yardım alıp ayakta kalan osmanlı hanedanlığı sömürücü asla değildir.
Yazarı objektif tutumunsan ötürü kutluyorum. Yorum yapan arkadaşa gelince; şovenizm hamaset ve cahilligin kacinilmaz sonucu yıkılan ata devletimizin hazin sonundan feyz alacağına hala matbaayi yasaklayan zihniyeti savunmanın milletimize birsey kazandirmayacagini anlaman gerek kardeşim
Osmanliyi bu kadar kolay elestireme hakkınız yoktur. Atalarımızın tarihini bilmeden, uyguladıkları adaleti iyi anlamadan, onlar için sömürgeci diyemezsiniz.